Yazılarımı takip edenler anımsayacaktır. Sürekli "sosyal devlet", "kamu", "sermaye" gibi kavramları hayatımızın içinden örneklerle vurgulamaya çalışıyorum. Halkın çıkarlarını ön planda tutan, halktan yana bir sosyal devlet anlayışının hakim olması gerektiğini savunuyorum. Bu, sadece belirli alanlarda değil, eğitimden sağlığa, ulaşımdan barınmaya, gıdadan kültürel yaşama kadar her alan için savunduğum bir nokta. Çünkü ben kamu yararının he şeyin üzerinde olduğunu düşünüyorum. Ve esnafından memuruna, işçisinden işsizine kadar herkesin bir şekli ile "vergisini" ödediği devletin, tüm aygıtlarıyla halkın hizmetinde olması gerektiğine inanıyorum.
Bu savununun ne kadar haklı olduğunu ise zaman bize gösteriyor. Eğitimin özelleştirilmesi ile gelinen nokta ortada. Binlerce öğretmen asgari ücret koşullarında, özel okullarda birçok hakkından mahrum bir şekilde adeta sömürülüyor. Eğitimin kalitesi ekonomik sınıflara göre farklılık gösteriyor. Bir tarafta eğitim tüm nimetlerine kavuşanlar varken, öte tarafta 50 kişilik sınıflarda, laboratuvarsız, oyun sahasız, kütüphanesiz, internetsiz okullarda eğitim gören öğrenciler eğitim görmeye çalışıyor. Bununla ilgili defalarca kez yazdım. Yinelemenin bir anlamı yok.
Aynı şekilde sağlıkta da benzer bir sürecin yaşandığını, özellikle 2006 yılından sonra sağlıkta devrim adı altında özelleştirmelerin gerçekleştiğini, sağlığın toplumun her kesiminin ulaşabileceği bir ortak payda olmaktan çıkıp, yine parası olanın yararlanabileceği bir hale geldiğini, hastanelerin özelleştiğini, nitelikli hekimlerin kamudan ayrıldığını defalarca yineledim.
Tüm bunları konuşup, yazarken, diğer alanlarda yaşanan özelleştirmelerin de bizlerin hayatına etkilerini vurgulamaya çalıştım. Son günlerde televizyonlarda, gazetelerde (kimi gazete ve televizyonlarda bu haberleri göremezsiniz) haber konusu olan bir durum var. Elektrik şirketlerinin temsil, ağırlama ve seyahat gibi giderlerinin vatandaşın faturasına eklenmesi yönünde bir karar alındı. Karara göre, dağıtım şirketlerinin temsil ve ağırlama giderleri, üye oldukları derneklere ödedikleri aidatlar, verdikleri ilanların giderleri gibi birçok harcama vatandaşın ödediği elektrik faturalarına yansıtılacak.
Bu aslında öylesine işlenmesi gereken bir konu ki üzerinde tez yazılabilir. Özelleştirmenin geldiği nokta ortada. Eskiden devletin hizmetinde olan ve daha sonra sermayeye adeta peşkeş çekilen elektrik idaresi, o kadar rahat kararlar alıyor ki kimse çıkıp bu karar itiraz edemiyor. Herifçioğulları, kayıp kaçak bedeli, TRT payı, KDV falan derken 100 liralık faturayı 150 lira yaptığında kimseden ses gelmeyince, gemi azıya alarak, şimdi de utanmadan, sıkılmadan yapacakları tüm masrafları halkın üzerine yığıyor. Bu gücü halkın "sessizliğinden" alıyor, ne de olsa halk, bugüne kadar yapılan hiçbir zamma, hiçbir haksız kazanca karşı durmadığı için, bu kez ellerinden geleni artlarına koymuyorlar.
Daha düne kadar 100 lira gelmesi gereken faturanız, bundan sonra 200 lira da gelse, sonuçta kimseler ses çıkarmayacağı için, yüklendikçe yükleniyorlar. İşte buna sermayenin azgınlığı ve arsızlığı diyebiliriz. Eski Türkiye'nin her şeyini eleştirenler, sanırım sermayenin avuçlarında, yeni Türkiye'den çokça memnunlar. Ne de olsa onlar, elleri kolları her yere uzananlar, gazetelerden tutun da televizyonlara kadar, herkesi "para" ile susturuyorlar.
Şunu unutmayalım, sermayenin dini, imanı paradır. Her zaman daha çok kar, her zaman daha çok yük bindirmek ister. Halkın cebinden daha çok almak, halkı daha fazla borçlandırmak, halkın itiraz etmesini engellemek için, onları engelleyecek yasalar çıkmasını sağlamak, avukat ordusu ile tetikçileri ile halkı susturmak için her yola başvurmak, onların hiç de çekinmeyeceği bir durumdur.
Elektrik hizmeti, tıpkı sağlık gibi, eğitim gibi, barınma gibi bir haktır. Her yurttaşın bu hakka ulaşımı kamu eliyle sağlanmalıdır. Ancak gelinen noktada, kamu elini bu alandan çekmiş ve her şeyi özel sektörün insafına bırakmıştır. Öyle ki bu özel sektör kendi beceriksizliğinin faturasını kayıp kaçak bedeli olarak halka ödetmektedir. Şimdi ise daha da ileri gidip, bütün harcamalarını faturalara yansıtarak, zaten zor koşullarda geçinen insanların beline bir yük daha koymaktadır.
Bir yerde boşluk varsa, sermaye o boşluğu hiçbir fırsatı kaçırmadan doldurur. Açığı bulduğu gibi, reklam giderini de senin üzerine yükler, temsil ağırlama masraflarını da. Sen ses çıkarmadığın müddetçe, bu durum böyle sürer gider. Mesele hakkın olanı bilmek, o hakkına sahip çıkmak ve hesap sorma kabiliyetini elde etmektir.
Haklısınız, herkes korkuyor. Korku dağları aşmış. Bugün bir şeye karşı çıkması durumunda hiç kimse başına ne geleceğini bilmiyor. Ancak bu korku, bizlerin en temel hakkı olan şeylere karşı bir defans geliştirmeyeceğimiz anlamına gelmiyor. Halkı sağılacak bir inek gibi gören, her koşulda onu sömürmek için fırsat kollayan sermayedarlara karşı, sanırım biraz da bizim kabahatimiz var.
Nazım Hikmet'in dediği gibi...
"Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak
kabahat senin, -demeğe de dilim varmıyor ama- kabahatın çoğu senin, canım kardeşim!”
Kabahatimiz büyük...
Kamunun değerlerine sahip çıkmadığımız, halkın gerçek sahibi olduğu onlarca gözbebeği kamu kurumunu koruyamadığımız için, kabahatin çoğu bizde be canım kardeşim.
Sağlıcakla kalın...
Aynen katılıyorum hocam, kabahat bizim...