Virüs ile yatıp, virüs ile kalkıyoruz. Dolayısıyla da virüs süreci, daha modern adıyla "pandemi" toplumun her kesimini etkisi altına almaya devam ediyor. Fabrikalardan tutun da basit bir boyacı tezgahına kadar etkilemediği alan kalmadı. Okul hayatımız değişti, ev hayatımız farklı bir boyuta taşındı, sokakta gezerken, fatura öderken, alışveriş yaparken kısacası hayatımızın her alanında bizi farklı alışkanlıklar doğurmaya itti.
Normalleşme süreci adı altında da eskiye bir dönüş başladı. Başladı başlamasına ama bu dönüş büyük sermaye sahiplerinin işine yararken, işin daha "küçük boyutunda olan" ama bir o kadar da hayatımıza katkı sunmak adına büyük işler yapanların yanından bile geçmedi bu süreç.
Örnek mi arıyorsunuz? İşte canlı kanlı bir örnek vereyim size: Yaşar Gündem.
Samsun'da hatta Türkiye genelinde sanat camiası içerisinde Yaşar Gündem'i tanımayan yoktur. Yaşar Gündem daha iyi tabiri ile Yaşar Ağabeyimiz, Samsun sanatına yıllarını vermiş, birçok tiyatrocunun yetişmesinde emeği olan, demokratik kitle örgütlerinin özel günlerinde yeri geldiğinde ücretsiz sahneler alan, her çevreci eylemde ön saflarda bulunan nev-i şahsına münhasır bir kişilik.
Geçtiğimiz günlerde sohbet etme imkanımız oldu. Normalleşme sürecinde tiyatroların hala açılmaması ile ilgili fikirlerini ve pandemi sürecinde ne gibi sıkıntılar ile karşılaştıklarını sordum...
Bir tabir vardır ya hani, "bir dokun, bin ah işit" diye. Sanatçıların hali de bu şekilde. Normalleşme adı altında neredeyse her yerde bir eskiye dönüş varken, tiyatroların hala kapalı olması, bunun haricinde devletin diğer sektörlere verdiği desteği sanat camiasına vermemiş olması herkes gibi onların da canını sıkmış vaziyette.
Yine önceki yazılarda sıkça belirtmeye çalışmıştım. Buradan da aynı soruları sormak istiyor insan. Otobüste, tramvayda, dolmuşta yan yana gidiyoruz, adliyelerde hastanelerde dip dibe kuyruklarda bekliyoruz, AVM’lerde eskisi gibi gezip tozuyoruz hatta sinemalar bile açıldı ama iş tiyatroya gelince "virüs" sanki sadece orada bulaşacakmış gibi bir tavır içerisine giriyoruz.
Sohbetimizde de bunları konuştuk. Bir iki ekleme daha yaptık tabi ki. Ve Yaşar Gündem siz değerli okuyucularla da paylaşmam için bir iki cümle sarf etti:
"Sevgili Miraç, salgın süreci herkesi etkiledi. Dünyanın fişini çekti adeta. Bizler de diğer sektörleri izlemeye alıyoruz doğal olarak. Bir şeyler yapılmasını istiyor ve bekliyoruz. Ülkemizde de bu bekleyiş sürüyor. Ama ülkemizde olağanüstü durumlarda ilk kepenk kapatılan kurumlar ise maalesef sanat alanları oluyor. Aslında ülkemde sanat alanı zaten bir pandemi psikolojisini de yıllardır yaşamakta. İçeride yatan sanatçısı, yasaklanan oyunları ile... Bu duruma şöyle bir göz atınca sanat üreticilerinin zaten Ortaçağ düşünceli güruhla bir savaş halinde olduğunu da görebiliyoruz."
Sohbetimiz esnasında kendisine pandemi sürecinde kapalı kalan tiyatroların nasıl ayakta kaldıklarını da soruyorum...
Aldığım cevap gerçekten üzücü:
"Bertolt Brecht, 'Önce ekmek gelir, sonra ahlak' der. Ekmek ve zeytin. Bunlar varsa sofrada bir müddet idare edersin. Yaşam alanına kira, doğal gaz, elektrik, su vesaire gibi giderleri her ay ödemek zorundayız. Zorundayız ama ortada gelirin 'G'si kalmadıysa, işte o zaman akıl da işe yaramıyor. Çok kötü haller yaşıyoruz. Yoktan öte bir durum yaşıyoruz. 'Hava bedava, su bedava' şarkısını mırıldanırken; kimi emekçi dostumuz emekliliği ile ayakta kalmaya çalışıyor, kimi aile bireylerinden destek bulma arayışında, kimileri kredi ve borç batağına düşmüş halde. Soru şu... Üretmeden nasıl artıya geçebiliriz ki? Sahneni açamıyorsun ama vergisini ödüyorsun. Turne yapamıyorsun ama eve gelen faturaları ödemek zorundasın. Ödeyemediğin SSK primleri yüzünden maaşına haciz geliyor mesela... Daha ne diyeyim ki. O zaman da bir yerlerden kendi imkanların ile borç harç yatırıp, ayakta kalmaya çalışıyorsun. Bu da bir nevi batmak demek."
Yaşar Ağabey, sohbet derinleştikçe eleştirilerini de sunuyor bizi yönetenlere ve adeta sanat camiasının sesi oluyor:
"Bizleri yöneten erk, adeta bizimle dalga geçiyor. Futbol oynanıyor, AVMler açık, toplu taşıma devam, uçaklar ağzına kadar dolu, dolmuşlar, tramvaylarda insanlar dipdibe... Ama sanat alanları kapalı. Müteahhit düşünülüyor, bizi yönetenlere yakın sanatçılar koruma altında, futbol takımları, bankalar, iş insanları bir şekilde düşünülüyor ama sanat üreticileri ve emekçiler hep bu halkanın dışında kalıyor. Bu duruma şaşırıyor muyum? Elbette ki, hayır. Bu süreçten binlerce esnaf, yüz binlerce emekçi sarsılarak ve daha da fakirleşerek çıkacak. Sanat üreticileri ve tiyatro salonları da bu senaryodan ister istemez nasibini alacak. Ama yaşam normale döndüğünde bir çay koyup, nerede kalmıştık diyeceğiz. Daha önceki yüzyıllarda olduğu gibi, 2 bin yıllık onurlu tiyatro üreticilerinin yaptığı gibi üretmeye, eleştirmeye ve hep güzeli aramaya, yaşanabilir bir dünyanın varlığını anlatmaya devam edeceğiz"
Sohbetimiz sonlanıyor ve sanatçıların yaşamış olduğu bu durum benim tıpkı bu satırları şimdi okuyan herkes gibi içimi burkuyor.
Yaşamımızda önemli bir yeri olan, sanatın en yalın, bir o kadar da en görkemli alanı olan tiyatroya duyduğumuz özlemin de ateşi ile, sanatçıların yaşamış olduğu bu buhranlı sürecin bir an önce onların lehine bir takım kararlar ile son bulmasını, gerekli desteklerin sağlanmasını, sahnelerine kavuşmalarını diliyorum.
Herkesin normalleştiği bir süreçte tiyatroyu en sona bırakmak, sanatı ve sanatçıları yok saymak, onların sanat icra etmenin haricinde bu alandan yaşamlarını geçirdiklerini unutmak onlara yapılan en büyük haksızlık belki de...
Şimdi bizlere düşen, yetkililerin geç kaldığı sanatçılara, bireysel destek olmak. Onların günün getirdiği şekli ile internet üzerinden oynadıkları oyunlara, yayınladıkları konserlere destek olmak, güçlerine güç katmak hatta mümkün ise bu yayınların "ücretli" hale gelmesini sağlayarak, bu zor süreçten çıkmalarına birer sanatçı dostu olarak destek olmak...
Ayrıca, yerelde bir çok belediye, sendika, sivil toplum kuruluşu gibi oluşumların da zor bir dönemden geçen sanatçılarımıza kapılarını açarak, onların oyunlarını, konserlerini, çalışmalarını sahiplenerek destek olmaları gerektiği düşüncesindeyim.
Gönül ister ki perdeler açılsın, tıpkı eski günlerde olduğu gibi koltuklarımızda oturarak sanatın tüm renklerini içinde barındıran tiyatro ile buluşalım ama görünen itibariyle önümüzde uzunca bir süre olacak buna kavuşmak için.
Öyleyse sanata özlem duyanların, her fırsatta "sanatçının yanında olduğunu" ifade eden belediye başkanlarının, sivil toplum örgütü liderlerinin ve sanatseverlerin ellerini taşın altına koyma vakti gelmiştir...
Öyle değil mi?
Takipçisi olalım...
Selam ve saygıyla...