Dostoyevski'nin şaheserlerinden Karamazov Kardeşlerde İvan Karamazov, Alyoşa'ya şöyle der: "Söyle bana Alyoşa; yaratıcı sen olsaydın ve dünyanın yaratılışı bir küçük çocuğun acısını gerektirseydi, dünyayı yaratır mıydın?"
Aziz Nesin ise şöyle yalvarır adeta bir şiirinde:
"Öyle bir ağlasam
Öyle bir ağlasam çocuklar
Size hiç gözyaşı kalmasa.
Öyle bir aç kalsam
Öyle bir aç kalsam çocuklar
Size hiç açlık kalmasa.
Öyle bir ölsem
Öyle bir ölsem çocuklar
Size hiç ölüm kalmasa"
Çocuklar, bizim çocuklarımız… Hatta çocukluğunu yaşayamamış çocuklarımız. Son günlerde önümüze çıkan, yüzümüze çarpan, bizi derin bir sorgulamaya itmesi gereken, koruyup
kollayamadığımız, kol kanat geremediğimiz çocuklarımız...
Gündemde yine çocuklar var. Kanatlanıp birer melek olmuş, cennetin kapısında bekliyorlar. Bizden hesap soracakları günün telaşıyla hem de. Niye mi? Çünkü kör, sağır ve dilsiz bir toplum olduk da ondan. Çocuklarımıza, kadınlarımıza, hayvanlarımıza yapılan eziyetlerde suskun kaldık. Onları korumak için kılımızı bile kıpırdatmadık. Varsa yoksa kalıcı çözümü olmayan, adli önlemleri savunduk.
“İdam” diye direttik diretmesine de toplumsal kökenlerine inemedik hiçbir zaman...
Evet, idam belki birileri için çözüm olabilir ama asıl mesele bizim koruyamamamız değil mi? Bunca kaçırılma, bunca tecavüz, bunca istismar neden? İşin sosyolojik ve psikolojik yönünü neden ele almıyoruz? Neden sadece bir magazin haberi gibi görüyoruz bunca olayı?
Kaybolan, kaçırılan, tecavüze uğrayan çocukların haricinde aslında günlük hayatımızda istismar ettiğimiz çocuklar yok mu? Buna kendi çocuklarımız da dahil. Bizlerin "istismar" ya da "ihmal" olarak görmediği o kadar çok olgu var ki. Artık doğal bir hal almış görünüyor.
Mesela, 7 yaşındaki çocuğa kardeşini emanet edip komşuya gitmek sizce bir istismar değil mi? Ya da çocuğunuzla misafirliğe gittiniz, orada onu öpmek istediler ve çocuğunuz buna karşı çıktı, öpmek, öpülmek istemedi. Siz de, "Hadi kızım/oğlum; amcan/teyzen bir kere öpsün" dediniz... Bu onun için bir istismar sayılmıyor mu?
Örnekleri çoğaltmak mümkün.
Bu kadar küçük meseleler de işte, ileride önü alınamayan ve sonu felakete varan yerlere gidiyor. Çocukların bir şeker ile, bir oyuncak ile, bir öpücük ile ya da en acısı ne biliyor musunuz?
Sürekli şiddet gören, hakarete uğrayan, bağırıp çağırılan bir çocuğun, kendisine uzanan en ufak bir "şefkat" anında bütün varlığı ile o ele koşulsuzca uzanması...
Her gün dayak yiyen...
Her gün hakarete uğrayan...
Üzerine bir çocuğun yüklenemeyeceği sorumluluklar addedilen...
Sevgiye, ilgiye muhtaç çocuk...
Kötü niyetli bireylerin kendisine uzattığı "şefkat dolu" eli sımsıkı tutuyor ve...
Ve sevgi umduğu, ilgi görmek istediği anda, hayatının travmasını yaşıyor ya da daha şanssız olanları ölümle yüzleşiyor.
Bütün iş, ailede ve toplumda bitiyor.
Evet, hastalıklı, pedofili, ruhsal anlamda dengesiz insanlar yüzyıllardır vardı. Var olacaklar. Bunu anlamamız için maalesef bir turnusol kağıdımız yok. İnsanları görünüşü, kişiliği, konuşması maalesef niyetini ele veremiyor.
Çok düzgün giyimli birisi, bir bakmışsınız çok kötü emellere sahip olabiliyor. Ya da çok iyi kariyer sahibi bir bireyin bilgisayarından çocuk pornoları çıkabiliyor. Ya da sokaklarda yaşayan, üstü başı pis, açlıktan nefesi kokan birisi ise belki de bir çocuğu canı pahasına tecavüzden kurtarıyor. Demem o ki, hastalığın, sapkınlığın kimden geleceği bir meçhul. Ve yaşanan olaylara baktığınızda kimi zaman hatta çoğunlukla bu tarz durumlar en yakın akrabalardan bile gelebiliyor.
Sonuç olarak, adli çözümler yüreğimizi soğutmak için bir çözüm gibi görünebilir ama asıl konu, toplumu bilinçlendirmekten geçiyor. Bireyi sağlıklı hale getirmekte...
Bunun da çözümü okullar değil, aile. Ailede başlayan bir eğitim, kişinin karakterini değiştiriyor.
Ailesinde sevgi görmeyen, şiddete maruz kalan, hakaret işiten, olmayacak sorumluluklar yüklenen bireylerin sağlıklı olmasını beklemek büyük bir hayal kırıklığı oluyor. Olacaktır da...
Cinsiyet eşitliğinin öğrenildiği, farklılıklara saygılı, cinsel kimlik ve yönelim konusunda bilgili, özgürlüklerin sınırlarını öğrenmiş, kendisini ve karşısındakini tanıyan, sevgi ile büyümüş, güzel etkileşim ve iletişimler ile sosyal bir çevrede yaşayan çocuklardır ihtiyacımız olan.
Kötülüklere karşı en büyük mücadelemiz de bu olmalı.
Kötülüğü, cehaleti, cinsel açlığı, farklılıklara karşı kini, öfkeyi bir potada eritmenin tek yolu bu. Çocuklarımızı korumamızın da yegane yolu da bu. Bunun için de toplumdaki her bireye çok ama çok büyük sorumluluklar düşüyor.
Özellikle oğlan çocukları ile ilgili toplumsal bakış açısını değiştirmek, erkek egemen anlayışın yıkılmasını sağlamak zorundayız. Bu konuda ilerleyen dönemde yine yazacağım ama bir kaç örnekle ne demek istediğimi kısaca anlatayım.
Mesela oğlan çocuğunun erkekliği ile gurur duymak, onun cinsel organını yüceleştirmek, aile içinde de olsa, "Benim oğlum ileride kızların canını çok yakacak" tarzı konuşmalar yapmak, onun işleyebileceği bir suç anında "arkasında olduğunuz" hissini dayatmak, onun ileride yapacağı geri dönülmez bir hataya zemin hazırlamaktadır mesela...
Ya da "Erkektir, yapar. Hem sever, hem döver. Erkek adam karı gibi ağlamaz" gibi cümleler de çocuğun büyüdüğü sosyal ortamla ilişkili olarak ileride karşı cinse ya da kendisinden farklı olan her kesime karşı nasıl davranacağının temellerini atıyor.
Kısacası, çok derin tahlillerin yapılması gereken, üzerinde bence komisyonların, meclislerin oluşturulması gereken çok ama çok önemli bir konu sürekli önümüze geliyor. Hem de ölümlerle, istismarlarla, tacizlerle, tecavüzlerle...
Bize düşen, hem bireysel hem de toplumsal olarak bu rollerin değişmesinde görev almak, üzerimize düşeni yapmak ve eğitim olgusunun her bireyin hayatında yer etmesini sağlamak için mücadele etmektir.
Tabii ki bunu ilk olarak kendi ailemizden, çocuklarımızdan başlatmamız, bu konuda örnek olan kurumlara, gönüllülere de destek olmamız gerekiyor.
Çocukların ağlamadığı, öldürülmediği, üzülmediği bir dünya dileği ile…
Sevgi ve saygıyla.
Kaleminize sağlık