Şiirler vardır ağlatır, şiirler vardır güldürür, şiirler vardır düşündürür.
Kah istikbali hayallendirir, kah geçmişe götürür, kah aklımızı başımıza getirir.
Ah bu şiirler yok mu bu şiirler?
Karışır birbirine, gündüzlerle geceler…
Birbirlerine yarenlik eder hasretler ile ümitler…
Gül ile Bülbül’ün, Aslı ile Kerem’in, Ferhat ile Şirin’in, yağmur ile bulutun…
Leyla ile Mecnun’un, ağaç ile toprağın, Romeo ile Jüliet’in yaşadıkları aşklar gibidir.
Şiirlerin anlattığı kafiyeli ama yine de kifayetsiz kalan hikayesi bir umudun…
***
“Gözlerin, dişlerin ve akpak gerdanınla, ne güzel komşumuzdun sen Fahriye abla…” der Ahmet Muhip Dıranas…
“Uykuların kaçar geceleri, bir türlü sabah olmayı bilmez, dikilir gözlerin tavanda bir noktaya…” der Ümit Yaşar Oğuzcan…
“Sizin hiç babanız öldü mü? Benim bir kere öldü kör oldum. Yıkadılar aldılar götürdüler. Babamdan ummazdım bunu kör oldum…” der Cemal Süreya…
“Haydi Abbas, vakit tamam; akşam diyordun işte oldu akşam…” der Cahit Sıtkı Tarancı…
“Paylaştığımız kentler oldu sonra. Rüzgar usta ben acemi. Esti geçti bir hışımla geçti. Kum doldurdu gözlerimi...” der Gülten Akın…
***
Bizi anlatan şiirler, hayatları anlatan şiirler…
Aşkı, hasreti, gurbeti, özlemi anlatan şiirler…
Memleket kokan, kağıtlara dökülen duygular, dinleyeni allak-bullak eden şiirler…
“Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine… Sen yanmasan, ben yanmasam, biz yanmasak nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa. Geçtim putların ormanından baltalayarak, ne de kolay yıkılıyorlardı.” der Nazım Hikmet…
“Ah ulan Rıza... Ben şimdi, bu koca deryada tek başıma ne halt ederim? Senden ayrılacağımı sanma, bir kaç güne kalmaz, ben de gelirim…” der Yusuf Hayaloğlu…
“Çekil bu gölgeli yolda gezinme… Bahar, bakışların yine pek sarhoş. Yanılıp gönlüme misafir inme: Kapısı kilitli, mihrabı bomboş…” der Halide Nusret Zorlutuna…
“Artık demir almak günü gelmişse zamandan, meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan…” der Yahya Kemal Beyatlı…
“Beni bu güzel havalar mahvetti. Böyle havada istifa ettim evkaftaki memuriyetimden. Tütüne böyle havada alıştım…” der Bir Garip Orhan Veli Kanık…
“Ömrünüz taş olsa da gide gide yorulur, bir gün ölüme çıkar bu yolun kıvrımları… Ne kaldırımlar kadar seni anlayan olur, ne senin anladığın kadar kaldırımları…” der Necip Fazıl…
***
Sorsanız bana ezbere kaç şiir biliyorsun…
Valla doğrusunu söyleyeyim, hiç…
Ama okumasını, dinlemesini, duygu dünyasına kattıklarını sevmem ezberleyemememe mani olmamalı değil mi? Zorla değil ya ezberleyemiyorum işte!
Ama keyif alırız dinlemekten şiirleri…
Mutluluk da verse, keder de verse, ızdırap da verse şiiri severiz.
Bizi alır bir yerden, bir yerlere savurur…
Maziden alır, hatıraları canlandırır, duygularımızı dürter, gençliğinize götürür.
Kafiyeli de olsa, serbest nazım da olsa güzeldir şiir...
Müzik gibi ruhun gıdası olup, kanaatimce sihirli bir iksirdir şiir…
Bazen merhem olur, bazen ilaç, bazen elem, bazen neşe…
Alır götürür seni şiirler, bir alemden diğer aleme…
Kah gülersin, kah ağlarsın…
Kah neşelenir, kah sessizleşirsin…
Şiirler seni bir yolculuğa çıkarır…
Bazen bu seyahat bitmez istemezsin…
Güzel olanları ve sevgiyi anlatanlarını tercih ederim şiirin…
“Kalbimde yer edindin, en güzel köşeye kuruldun sevdiğim. Seni ömür boyu bu yürekte misafir ederim.”
“Seni gökyüzüne anlattım yağmur yağdı, bahara anlattım çiçek açtı.
Seni geceye anlattım gün doğdu, yıldıza anlattım ışık oldu.”
“Sen bir gülüyorsun, dünya cennet oluyor.
Kapatın ışıkları tebessüm bize el sallıyor…” diyen dizelerini severim…
***
Güzel şeydir şiir.
İster romantik ol, ister katı, ister melankolik, ister balta sapı…
İki şiir duyup da duygulanmıyorsan, iş kötü!
Bazen kifayetsiz de olsalar, şiirler çok şey anlatır, çok şey söyler bize…
Ne demiş şair;
“Ağlasam sesimi duyar mısınız, mısralarımda;
Dokunabilir misiniz, gözyaşlarıma, ellerinizle?
Bilmezdim şarkıların bu kadar güzel, kelimelerinse kifayetsiz olduğunu
Bu derde düşmeden önce…”
Şiirli kalın, mutlu kalın güzel kalın.