Mutsuzum, mutsuzsun, mutsuz…
Mutsuzuz, mutsuzsunuz, mutsuzlar!
Kızgınım, kızgınsın, kızgın…
Kızgınız, kızgınsınız, kızgınlar!
Son günlerde cümlelerimizin yüklemi bu meyanda.
İşte Samsunspor camiasının halet-i ruhiyesinin özeti bu…
***
Son haftalardaki düşüşümüz öyle böyle değil.
30 katlı apartmandan kafa üstü çakılmak gibi!
Sersemledik, şaşırdık, endişelendik, karamsar bulutlar sardı taraftarı ve yönetimi…
Acil çıkış kapısı lazım bize…
Hemen bu girdaptan kurtulmak lazım.
Yoksa?
Allah korusun düşünmek bile istemiyorum.
Bunları başkan, teknik yönetim, çilekeş taraftar hak ediyor mu? Asla!
Topçuların bu kayıtsızlığı, gevşekliği, kafalarından geçenler, akıllarındaki tilkilerin kuyrukları nasıldır bilemiyorum ama...
Merak ettiğimiz bir şey var. Bu dipsiz kuyudan nasıl çıkacağız? Nasıl kurtulacağız?
Kapısının eşiğinde olduğumuz eve girememenin acısını çekeriz diye ödümüz kopuyor.
İşte o yüzden mutsusuz, işte o yüzden kızgınız!
***
Maşallah koronadan kızardığımız gibi kartlardan da kırmızı üzerimizden eksik olmuyor.
Sorun bence konsantrasyon eksikliği ve de bizim bile bilemediğimiz bazı ince kaygılar, beklentiler veya dilim varmıyor ama ince hesaplar…
Zaten diken üstüne oturmuşken, bir de kadro daralması işin tuzu biberi oldu.
Son 4 maçtaki kayıplar bizde eksen kayması yarattı.
Tam her şey yolunda gidecek derken…
Kabuslar sokağında bulduk kendimizi…
Ama öyle ama böyle ama onunla ama onsuz ama iyi oynayarak ama kötü oynayarak ama ağlayarak ama gülerek bu kalan maçları bir şekilde kayıpsız atlatmamamız farz oldu.
Psikolojik destek başta olmak üzere, takımla yoğun bir iletişim ve beyin yıkama faaliyetine tam gaz girişilmelidir.
Çünkü ıslattıkları formanın herhangi bir forma olmadığı anlatılmalıdır.
Bu takımın herhangi bir takım olmadığı söylenmelidir.
Bu armanın önemi ve manası kavratılmalıdır.
Camianın büyüklüğü ve beklentileri dile getirilmelidir.
Bu Gayya kuyusundan çıkış için ilk yapılması gerekenler bunlardır.
Ondan sonra anlatırsınız topçulara; bu davanın bir onur, gurur ve hatta bir namus davası olduğunu…
Ondan sonra anlatırsınız çıkmaz sokağa girebileceğimizi…
Ondan sonrası anlatırsınız herkese; burada düşüp tökezlersek herkesin üzerimizden basarak geçmek isteyeceğini…
Birilerinin bize paspas muamelesi yapmak hayallerini, yaşayabileceğimiz travmaları…
Bu yaranın, camia kadar onları da hayatları boyunca takip edeceğini…
Alınlarına kara leke gibi yapışma ihtimalini…
Adeta vebalı muamelesi gibi karşılanacaklarını...
Artık olanlar oldu.
Bu saatten sonra geriye değil sadece ve sadece ileriki maçlara odaklanmaktan başka çare yok.
Evet, yara aldık, tökezledik, düştük…
Ama ölmedik!
Bizim ölümüz bile hepsine yeter, adımız yeter, ismimiz yeter, armamız yeter...
***
Ayağa kalkıp, toparlanıp, adam gibi takır-takır top oynayıp; Alem-i Cihana bir şeyleri ispat etmemiz gerek…
Birilerini sevindirmememiz gerek…
Birilerini kıs kıs güldürmemek gerek…
Bu taraftara hakkını vermek gerek…
Yıllardır ağlayan çocuklarımızın yüzünü güldürmek gerek…
Hayatını bu işe adayan insanı üzmemek gerek…
Ekmek yediği bu takımın bu bataktan kurtuluşu için futbolcuların canını dişine takması gerek…
Başka çare yok!
Başka çıkış yok!
N’olcak şimdi diyoruz ya;
Yeniden, ilk günkü aşkla, ayaklar koparcasına, kalpler dururcasına, ciğerler iflas edercesine, kaslar kilitlenircesine…
Mücadele…
Mücadele…
Mücadele…
İşte kurtuluş reçetemiz budur.
Kalemizden içeri sinek bile girmesin, defansta havadan, karadan, denizden top geçmesin. Orta saha makine gibi işlesin. Forvetimizin her şutu gol olsun. Olmayanlar penaltı olsun.
Meydanlar takım görsün, mücadele görsün, inancın zaferini görsün…
Hodri meydan!
N’olcak diye düşünmeyelim artık…
İyi olacak, güzel olacak.
Zor ama gerçekten de olacak!
Kalın sağlıcakla…