Günümüz toplumlarında sıkça dillendirilen sosyal medyayı en kısa şekilde tanımlamak gerekirse akla gelen ilk kavram elbette ki ‘paylaşmak’ olacaktır.
Paylaşmak, sosyal medya bağlamında düşünüldüğünde çok boyutlu bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. Her birey kendi zihin dünyasında farklı anlamlarla şekillendirmekte ve bunu yansıtmaktadır. Fakat genel başlıklar altında toplamak gerekirse yediğimizden, içtiğimize, gezdiğimizden, giydiğimize kadar uçsuz bucaksız örnekler silsilesiyle karşılaşmak mümkündür. 2019 yılında yapılan araştırmalar incelendiğinde 82,4 milyon nüfusa sahip ülkemizde; nüfusun yüzde 72’sini oluşturan 59.36 milyon internet kullanıcısı, nüfusun yüzde 63’ünü oluşturan 52 milyon aktif sosyal medya kullanıcısı, nüfusun yüzde 53’ünü oluşturan 44 milyon aktif mobil sosyal medya kullanıcısı vardır.
Oranlara bakıldığında sosyal medya kullanıcılığının ne kadar ciddi boyutlara ulaştığı söylemlerin ötesinde istatistiksel olarak da görülmektedir. Bu veriler her güncellendiğinde kaçınılmaz bir artış söz konusu olacaktır. İşin aslında en vahim kısmını kullanıcısı olmaktan çok, kullanırken harcadığımız zamanın istatistiklerini incelerken göreceğiz. Kuşkusuz ki toplumun hangi kesiminde olursak olalım geri alamayacağımız tek şey zamandır. Geçen zamanı geri getirmek ve anlamlandırmak maalesef ki imkansızdır. Yine yapılan araştırmalar endeksli bir söylem gerçekleştirildiğinde bireyler günlük ortalama İnternette 7 saat geçiriyorlar.
Peki, gelin bakalım bu kullanıcılar en çok vakitlerini nerelerde harcıyorlar?
Günde ortalama 2 saat 46 dakika sosyal medyada, günde ortalama 3 saat 9 dakika televizyon başında ve son olarak günde ortalama 1 saat 15 dakika müzik dinleyerek...
Verileri de inceledikten sonra artık sosyal medyanın hayatımızdaki yadsınamaz etkisini daha da fazla kavramışızdır diye düşünüyorum. Ceplerimizde ve çantalarımızda her ne kadar az yer kaplasa da aslında hayatımızda özellikle sosyal yaşantımızda ne kadar da büyük yer kaplıyor. İletişim, sosyalleşme gibi kavramlara sırt dönmeye başlayalı çok uzun zaman olduğunun farkında mıyız?
Biraz da kültür kavramı üzerinde duralım. En salt anlamıyla kültür, toplumların kendilerine özgü olan ve gelecek nesillere aktardıkları maddi veya manevi her şey diyebiliriz. Sosyal medya ve kültür kavramları yan yana geldiğinde biraz anlamsız durduğunu düşünebilirsiniz. Fakat o zaman neden birçoğumuz sanki sosyal medya aleminde yazılı olmayan kurallar varmış gibi yaşıyoruz bunu hiç düşündünüz mü?
Fotoğraflarda hep güzel gözükmek, iletişim becerilerimiz güçlü davranmak, çok bilgili tavırlar sergilemek zorundaymışız gibi tabular var?
Sahi bu sanal dünyada olduğumuz gibi miyiz, yoksa olmak istediğimiz gibi mi?
Stanford Üniversitesi’nde konuyla ilgili çalışmalar yapan araştırmacılar işte tam da bu durumlar için bir kavram geliştirmişler: “Ördek Sendromu.”
Nedir bu Ördek Sendromu?
İstedikleri duyguları zahmetsizce elde etmiş gibi gösterme durumuna “ördek sendromu” diyoruz.
Aslında çevrenizdekilerin hayatlarına baktığınızda “kişisel yetersizlik” ve “kaygı” herkesin hayatına bu kadar hakimken herkes nasıl olur da bu kadar kolay mutlu ve başarılı olabilir? Sizce de herkes bu kadar mutlu, başarılı ve huzurlu mu?
Beğenilme ve mutlu gözükme arzusu kullanıcıları farkında olmadan kaçınılmaz bir sona da sürüklüyor yani sahtekarlığa…
Beğenilme arzusuyla ve beğeni sayılarımıza göre motivasyonumuzu şekillendirdiğimiz, bunun için harcadığımız çabanın farkında mıyız bilinmez. Fakat bu sanal kültürün bizi gerçek dünyadan tamamen soyutlayıp belli kalıplara hapsettiği sürece mutlu bir sonun bizi beklemediği açıkça ortada…
Emeğine sağlık çok güzel bir yazı olmuş ☺️