Birçok milletin kardeşlik içinde asırlarca yaşadığı kadim diyarlardan biridir Hatay. Bu şehir tarihte Antakya ismiyle de bilinmektedir. İlk yerleşim yerlerinden olan Mezopotamya ve Anadolu medeniyetleri arasında bağlantı noktalarından birini oluşturmaktadır. Günümüze kadar bu stratejik özelliğini hiç kaybetmeden sürekli arttırmıştır. Ülkemizin en önemli limanlarından olan İskenderun limanına sahip olan Hatay Suriye tarafından deniz sınırı olmayan Ortadoğu ülkelerinin Akdeniz’e açılan kapısı konumunda olmuştur. Doğu Akdeniz’e hâkim olmak isteyen medeniyetlerin mutlaka hâkimiyet kurması gereken mühim şehirlerden olmuştur.
Bulunduğu konum itibari ile birçok medeniyetin kurulduğu ve hepsinden düzinelerce eserler barındıran bu şehir dış güçlerin her zaman ilgi odağı olmuştur. Hatay’ın Anadolu’nun fethi ile Türk egemenliğine girmesiyle bambaşka bir hikâyesi olmuştur. Türkleri Anadolu’dan atmak ve kaybettiği toprakları geri almak için Bizans ile başlayan mücadeleler zaman içerisinde hızla evrimleşerek Avrupa devletlerinin de içine girdiği Haçlı mücadelesine dönüşmüştür. Bu mücadele neticesi 1096 yılında düzenlenen birinci haçlı seferi sonrasında haçlıların eline geçmiş olsa da haçlıların elinden kurtarılmıştır. Hatay yani Antakya Osmanlıya Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferi sırasında 1516 yılında katılmıştır. İskenderun sancağı olarak Osmanlı yıkılana kadar var olan milletler birlik içerisinde varlığını devam ettirmiştir. Sanayi devrimi sonrası hızlanan sömürgecilik yarışı içerisinde Hatay’ın içinde bulunduğu Ortadoğu sömürgeci devletlerin ilgi odağı olmuştur. Bulunduğu jeopolitik konum ve stratejik öneminden birçok milletin bir arada yaşaması Hatay bu güçlerin iştahını daha da kabartmakta idi. Birinci Dünya Savaşından yenik çıkan Osmanlı toprakları 1918 de imzaladığı Mondros Ateşkes Antlaşması sonrası bir bir işgale uğramaya başlamıştır. Hatay da İtilaf devletlerinden olan Fransa tarafından işgale uğramıştır. Mondros Ateşkes Antlaşması sonrası başlayan Milli Mücadelenin ilk direnişi de Hatay’ın Dörtyol ilçesinde Fransızlara karşı olmuştur. Bu süreç içerinde Güney cephesinde Fransa’ya karşı alınan başarılar ve Batı cephesinde Sakarya Muharebesi ile alınan büyük galibiyet sonrası 1921 yılında Fransa ile oturulan anlaşma masasında Hataya özeklik verilmesi kabul edilerek Suriye sınırı çizilmiştir. Hatay da Türklerin hakları okul ve günlük yaşamda Türkçe kullanımına tanınan serbestlik ile korunmaya çalışılmıştır. Lozan görüşmelerin de konu sınırlara geldiğinde bu mesele 1921 yılındaki Fransa ile imzalanan Ankara antlaşmasındaki madde aynen geçerli sayılmıştır.
Lozan antlaşmasından sonra Hatay dış politikamızda bir sorun olarak kalmıştır. Bu sorun 1935 yılına gelindiğinde Almanya’nın ve İtalya’nın Avrupa’da izlediği saldırgan tutum üzerine sınır güvenliğini sağlamak amacı ile Avrupa iç siyasetine sömürgelerine sözde bağımsızlık adı altında kendi çıkarlarını koruyacak kişileri bırakıp çekilme kararı almışlardır. Bu durum karşısında 1921 Ankara Antlaşması ve Lozan Antlaşmasında Misak-ı Milliden taviz olarak verilen Hatay’ı Türkiye gündeme taşımıştır. Fransa’dan beklenen ılımlı ışık gelmeyince konu Türkiye’nin de üyesi olduğu Milletler Cemiyetine 1936 yılında taşınmıştır. Milletler Cemiyetinde yapılan müzakereler sonrası Hatay’da referandum yani halk oylaması yapılmasına karar verilmiştir. Haklının çoğunluğunu Türklerin oluşturduğu şehre üç seçenek sunulmuştur. Bu seçenekler; bağımsız olma, Suriye yönetimine bağlanma, Türkiye Cumhuriyeti devletine bağlanma olarak belirlenmiştir. Yapılan referandum sonrası Hatay halkı bağımsızlığı seçerek 2 Eylül 1938 yılında Hatay Cumhuriyeti kurulmuştur. Türkiye açısından olay büyük ölçüde çözülmüş oldu. Aradan geçen10 ay gibi kısa zaman zarfında Hatay meselesinin kökten çözümü için önemli bir adım atılmıştır. 23 Temmuz 1939 yılında Hatay Ulusal Meclisi Türkiye Cumhuriyetine bağlanma kararı alması ile çözümlenmiştir.
Hatay meselesinin çözümünde gayet planlı ve programlı bir örgütlenme olduğu gün gibi aşikârdır. Uluslar arası arenadaki Almanya’nın ve İtalya’nın politikalarını iyi kullanıp siyaseti ona göre şekillendirmesinin yanında askeri müdahale konusunu sürekli masada tutması ve buna yönelik söylemlerde bulunması da önemli bir etkiye sahiptir. Fakat asıl ince siyaset Hatay meselesinde direk 1938 yılında doğrudan Türkiye Cumhuriyeti devletine bağlanmadan önce bağımsızlık payesi verilerek sonrasında da II. Dünya Savaşının karmaşasından faydalanıp anavatana katılması sağlanmıştır. Böyle bir yol izlenmesinde Avrupalı devletlerin de tepki gösterecek bir reaksiyon alanını da kısıtlamış oluyordu. Bütün bu mücadele bize gösteriyor ki her zaman haklı olduğumuz cihangirlik davamızda önümüzdeki engelleri yılmadan sabırla aşarak muhakkak hedefimize uylaşmışızdır. Bizimkisi kuru bir cihangirlik ya da sömürü değil adalet ile hükmedip ihya etmektir.