Dünyada bazı devletlerin yönetimi, idarecileri ve dahi rejimi zaman zaman değişiklik gösterse de köklü bir şekilde geçmişten gelen ve milletine empoze ettiği fikirler doğrultusunda yoluna devam etmişlerdir. İşte bu düşünceler ile asırlardır hareket eden Rusya, devleti ve milleti de bu gün yine bu düşünce ile hareket etmektedir.
Bu düşüncenin temeli ancak Rusların Knezlik ( şehir devleti ) dönemine inmek ile anlaşılabilir. Ruslar bu dönem öncesinde Karadeniz kıyılarından uzak yerleşim yerleri içinde yaşayan ve yukarı Don ve Volga nehirlerinin etrafında varlıklarını sürdürmektedirler. Kavimler göçü esnasında yol üzerinde göç eden Türklerden bazı boylar ve topluluklar da bu bölgelerde yerleştiler. Sonrasında bu bölgeye hâkim olan Cengiz hanın başında olduğu Moğollar, Cengiz hanın ölümü ile birlikte dört ayrı yönetime ayrılınca Karadeniz’in kuzey kıyılarında Altın Orda devleti kurulmuştur. Bu devletin Müslüman oluşu ve bölgede bulunan Müslüman Türklerin varlığı ile Rus knezlikleri Karadeniz kıyılarından uzak tutulabilmiştir. Bu sebepten Anadolu’da yaşayan Türkler ile münasebetleri çok geç dönemlerde olmuştur. 1380 yılında bölgedeki Altın Orda devletinde baş gösteren taht kavgaları ile güç kaybetmeye başlamıştır. Timur devletinin de dâhil olduğu bu taht mücadeleleri neticesinde Kazan Hanlığı, Kırım Hanlığı, Astrahan Hanlığı, Nogay Hanlığı, Sibir Hanlığı gibi hanlıklar kuruldu. Bu sırada da daha sonra Rusya Çarlığı olacak olan Moskova Knezliği de bağımsız oldu. Bu süreç içinde Osmanlı Sultanı Fatih Sultan Mehmet Han Kırım ile Eflak-Boğdanı fethi ile tam manası ile İlk münasebetler başlayacaktır.
Atın Orda Devleti 1502’de tam manasıyla son bulmasıyla Moskova Knezliği olan Korkunç lakabını kullanan İvan Çar unvanını almasıyla başlayan süreç 1721 yılında Çar I. Petro’nun Rus imparatorluğunu kurması ile gelecek olan Rus milletine ve yöneticilerine miras olarak “sıcak denizlere inmek” hayalini ideal olarak bırakmıştır. Sıçak denizler tabirimiz aslında donmayan denizler olarak da vurgulamak doğru olur. Diğer bir manası da ticari hayatın canlı olduğu, sanayi devrimi ile ortaya çıkan hammadde ve pazar ihtiyacı doğrultusunda dünya ticaretinde söz sahibi olmak adına bir politika geliştirmiştir. Ayrıca hammadde kaynağı ve pazar olarak görülen coğrafyalara hükmetmek için dünyanın merkezi kabul edilen Akdeniz’de hâkim bir güç olunmasının bilincine varmıştır. Altın Orda ve Osmanlı devletinin güçlü zamanlarında varlığı yokluğu çok hissedilmeyen Ruslar Knezlikten İmparatorluğa dönüşte kurduğu siyasi evlilikler ile Çar I.Petro’ya kadar süren çalkantılı süreç son bulmuştur. Çar I.Petro yani nam-ı diğer Deli Petro asırlarca değişmeyen bu politikayı uygulayagelmiştir. Sonraki süreç içinde bu politikayı gerçekleştirmek için batıda Baltık Denizine bir koridor açarak, Baklan milletlerini kendine bağlayarak, İstanbul ve Çanakkale boğazlarında hak elde ederek ve Kafkas milletleri üzerinden Basra Körfezine ulaşmak düşüncesiyle pek çok yöntem denemiştir. Osmanlının son yüzyıllarında içinde bulunduğu sıkıntılı durumda Rusya’nın güney sınırını teşkil etmesinden kaynaklı Osmanlı-Rus ilişkileri oldukça sıklaşmıştır. Ruslar her fırsatta kendi çıkarları doğrultusunda gerek savaşlar ile gerekse antlaşmalar ile Osmanlı’nın tüm işlerine karışmıştır. Sadece Rusya’da değil dünyada var olan hammadde ve pazar kavgası I. Dünya Savaşına sebep olmuştur. Bu savaş Rusların rejim anlamında Çarlık sisteminin yıkılmasına ve Sovyet Sosyalist rejimin kurulmasına neden olmuştur. Yaşanan bu rejim değişikliği Rusların nihai hedeflerinden şaşmasına hiç etki etmemiştir. Kısa sürede toparlanıp Orta Asya Türk devletlerinin de içinde olduğu SSCB’nin (Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği) başında doğu bloğunu oluşturmuştur. Bu süreç içinde Anadolu’da başlayan milli mücadele sürecinde Avrupalı devletlere karşı TBMM’yi desteklemiştir. Bu destek tabi Avrupalı devletler güney sınırına yerleşmemesi içindi. Mücadele yıllarında var olan bu destek Türkiye’nin boğazlar konusunda tam bağımsız hareket etme düşüncesi ile çıkmaza girecek ve bozulacaktır. Süreç II. Dünya savaşı ile yeni bir ivme kazanmış ve ABD ile arasında başlayan soğuk savaş ile boğazlar konusunda yaşanan sıkıntıdan dolayı batıyla yakınlaşan Türkiye ile arası açılmıştır. 1991 yılında SSCB’nin dağılması ile yeni bir süreç başlamış gibi görünse de yine de Ruslar 1700’lerden itibaren var olan hedeflerinden vaz geçmemişlerdir. Rusların Knezlik oluşlarından imparatorluğa ve SSCB’den federatif Rusya yönetimine kadar var olan tüm yönetimler ve yöneticiler egemenlik sahalarını genişleterek dünya siyasetinde söz sahibi olan yapının peşinden gitmektedirler. İşte bu günkü Rusya’nın politikasını anlamak için ancak geçmişine ve geçmişindeki politikalarına iyi hâkim olmak gerekir.
Çok yakın bir tarihte Ukrayna’ya bağlı olan Kırım Türklerinin kendilerinden yardım istedikleri gerekçesini ileri sürerek müdahalesini dünyaya meşru göstermişti. Simdi ise Ukrayna’ya ait Donetsk ve Luhansk’ı da yanı bahane ile kendine bağlamak istemektedir. Bu düşünce neticesinde gecen her vakit içinde Ruslar eski topraklarına kavuşmak ve 1700’lerin politikasına kavuşmak adına dünyayı yeni bir ateşe sürüklemeye başlamıştır. Sömürünün mastırını yapmış Avrupalı devletler ancak kendi çıkarları zedelendiği veya zara göreceği sırada elini taşın altına koyarlar.
Bu gibi durumlar yaşanmadığı sürece istikrarsız ve çatışmanın olduğu bir bölge her zaman çıkarlarına uygundur. Çıkmış olan ve daha da derinleşmesini istediklerini Rus-Ukrayna çatışmalarında sözde yanında durdukları Ukrayna ile hem kendi depolarında modası geçmiş silahlarını eritmek ve denemek ayrıca Rusların diğer etki alanlarında güç zafiyeti yaşamasını temenni etmektedir. Burada asıl mesele deniz komşumuz olan Rusya ile Türkiye’nin ilişkileri olacaktır. Tarihten beri politik olarak ülkemiz üzerinden oynamak istedikleri oyunlar içerisinde dirayetli ve temkinli adımlar ile ilerlemek gereklidir. Burada unutulmaması gereken tek şey Rusya’nın var olan ebedi politikasıyla ABD ve Avrupalı devletlerin kendi çıkarlarına için görmedim, duymadım, bilmiyorum politikası iyi analiz edip ona göre dünya siyasetine bakışımızı şekillendirmeliyiz.
Her kriz doğru adımlarla fırsata çevrilebilir. Şimdi dünya ve ülkemiz için doğru adımları atmak zamanı…