Türklerin yaklaşık 11-12 asırdır İslam'ın bayraktarlığını yaptığı sayısız hizmetlerde bulunduğu İslam dininin geniş bir coğrafyaya yayan Türklerin bu dini nasıl benimsediği ve Türklerin İslam öncesindeki yaşam tarzı ve İslam sonrası yaşam tarzında ne gibi değişikliklerin olduğunu ve bu zor sürecin nasıl geçtiğini daha iyi anlaya bilmek adına bu çalışmayı yaptık. Osman Turan'ın Türkler ve İslamiyet adlı makalesinde dediği gibi yeni bir din ve medeniyetin kabulü cemiyet içerisinde inanış, düşünüş ve yaşayış gibi türlü bakımdan husule getirdiği derin değişiklikler ve inkişaflar dolayısı ile bir kavmin en mühim bir vasfını daima muhafaza eder bu sadece Türklerin İslam'la şereflendiğinin etkileri Türk tarihi acısından olduğu kadar İslam ve dünya tarihi acısından önemli bir olaydır. Bu yüzden hem Türk hem de Arap tarihçileri hem de dünya tarihçileri bu konuda önemli araştırmalar yapmış ve birçok eser ortaya koymuştur. Bizde bazı eksik görülen yerleri düzeltmek ve bu konunun günümüzde de tartışılmasından dolayı bu konuda tereddütleri gidermek amaç edinilmiştir. Takdir edersiniz ki konunun genişliği bazı kaynaklara ulaşamama (dil yetersizliği ve bazı eserlerin günümüze ulaşmaması) gibi etmenlerden kaynaklanan eksik yönleri olmuş olabilir.
Türklerin İslamiyet'i bu denli benimsemesi ve Türk kültüründe ne gibi değişikliklere yol açtığını anlayabilmek için özellikle Türklerin İslam'a geçişini safhalara ayırarak incelemek en doğrusu olacaktır. Öncelikle Türklerin bu denli İslamiyet'e yabancı değilmiş gibi kolay ısınmasının nedeni olarak Cahiliye dönemi Arabistan'ın ve İslam öncesi Türklerin hayat tarzlarını incelenmesinin gerekliliği söz konusudur. Cahiliye Arabistan'ı ile İslam öncesi Türkleri arasında ekonomik, sosyal ve siyasal alanda farklılıklar mevcuttur. Ekonomik farklılıkların olmasında en büyük etmen coğrafya farklılıklar olmuştur. Türkler hayvancılıkla uğraşırken Araplar ticaret ve tarımda ileri gitmiştir. Sosyal farklılıkların temelinde Türklerin insan merkezli bir yapıya sahip olması gelir. Arap coğrafyasında zengin ve soylu değilseniz size verilen değer hayvana verilenden daha düşüktür. Özellikle kadına Türk töresinde çok önem verilirken Arabistan da insan statüsüne bile konulmamaktadır (zenginler ve asiller hariç). Mesela pederlerinin dul kalan eşi ile yani üvey anneleri ile evlenebilirler hatta beni Kays İbni Selebe'den kimseler babalarının dul kalan zevcelerini birer birer nikahları altına almışlardır. Evliliğin başka bir şeklinde ise nikah'ül-istibda idi. Bunda iyi bir zürriyet isteyen koca kadınının başka biri ile ilişkiye girmesine razı olur doğan çocuğunda meşru babası sayılırdı. Görüldüğü üzere cahiliye döneminde kadının hayvandan bir maldan farkı yoktur. Erkek istediği kadar kadınla evlenebilir istediği kadar sevgilisi ile ilişkiye girebilirdi ve kadın mehir karşılığı satın alınırdı. Fahişelik Arabistan sokaklarında bir meslek olarak yapılır fahişe kadınlar bu yolla efendilerine para kazandırırlardı. Kadının kocası veya babası öldüğü zaman mal varlığından yararlanamadığı gibi kendisi de miras olan mal varlığının içinde sayılır ve miras yoluyla başkasının eline geçerdi.
Meşhur Sahabelerin bile yaptığı cahiliye adetlerinden biri olan kız çocuklarını doğar doğmaz yada altı yaşına gelindiğinde güzel elbiseler giydirilerek diri diri toprağa gömüldüğü insanlık dışı olaylarda mevcuttur. Buna gerekçe olarak da kadın cinsi göçebe hayatta az işe yarar, herhangi bir savaşta da esir düşerse babalarının şanını lekeleyeceği düşüncesiyle cahiliye döneminde zenginler ve soylular hariç genelde kız çocuklarına yaşama hakkı tanınmamıştır. Burada bir istisnai durumu da beyan etmek gerekmektedir ki Hz. İbrahim'in dini üzere yaşayanlar bundan tenzih edilmeli. Bu durumlara karşı Kur'an'ı Kerim sosyal hayatı düzenleyen aile hukukuna önem veren şer-i hükümleri ile kadınlara, kölelere, cariyelere alt tabakadaki insanlara insanca yaşama hakkı sunan bir yapıyı beraberinde getirecektir. Siyasi alanda bakıldığında cahiliye dönemi Arabistan coğrafyasında siyasi birlikten uzak kabilecilik sistemi mevcuttur. Kabile reisleri, zenginler, soylu kişiler yönetimde etkili iken kadının hiçbir şekilde devlet yönetimi veya siyasette yetkisi yoktur. Biz biliyoruz ki İslam dininin gelmesi ile Hz. Peygamberimizin vefatından sonra 656'da Peygamber efendimizin eşi Hz. Aişe ile damadı Hz. Ali Cemel vakasıyla karşı karşıya gelmiş Hz. Aişe bizzat siyasetin içindeki faaliyetlerde bulunmuş yine biliyoruz ki Abbasi halifesi Harun Reşit'in eşi Zübeyde'nin de siyasi faaliyetler de meşhur olduğu bilinmektedir. Bunun örnekleri tarihe bakıldığında oldukça fazladır buda cahiliye döneminde ki kadınla İslamiyet dönemindeki kadına verilen değer bakımından önemli bir kıyastır.
Yazı dizisinin devamı gelecek…