İnsanoğlu yaratılışından aynı kabiliyet ve özelliklerle yaratılmamıştır. Kimsenin kimseyi üstte ya da altta görmesini gerektirecek bir ayrıma girmesi de uygun değildir. İnsanlığın varlığı içerisinde yaradılıştan ve yaşamının içinde akli melekeleri tam manasıyla işlevini yerine getiremeyen insanlar mevcuttur. Bu durum içerisinde olanlara hoşgörülü davranarak ihtiyaçlarının karşılanması ve hatta mümkünatı mevcut ise tedavi edilmesi gerekirken, inancı olmayan ve insana değer vermeyen toplumlarda bu gibi insanlara ruhları şeytan tarafından ele geçirilmiş cadı gözüyle bakılmaktadır. Bu durumdaki meczupların içindeki şeytanı çeşitli işkencelerle çıkartmaya çalışmaktadırlar. Hatta daha da ileri giderek ateşte canlı canlı yakmaktadır. Böylelikle öbür dünyaya içindeki şeytan çıkmış bir şekilde gönderilmiş olduğuna inanılmaktadır. Bu bakış açısında olan Avrupa 19. yüzyıla kadar cehaletini hiçbir zaman kaybetmemiş asırlardır hep bu zihniyette olmuşlardır.
Avrupa ve inancında inançsızlıklar bulunanlar bu davranışları sergilerken cihanşümul bir tutumda olan ve insana ve cümle mahlûkata yaratılıştan ve Yaradan’dan ötürü hoş gören ve ihtiyaçlarına cevap verme gayretinde bulunan Osmanlı Devleti'nde bu tür hastalara mecnun, divane ya da şeyda diye nitelendirilmektedirler. İslam ve Türk-İslam devletlerinde Allah katında ruhları ‘cezp edilmiş’ hasta olarak nitelendirilen bu hastaların tedavisi için birçok çalışma yapılmıştır. Özellikle Osmanlıda akıl hastalarına özel darüşşifalar kurulmuştur. Bu tür hastaları kabul edip tedavi eden darüşşifalara Bimarhane ismi verilmiştir. Zaman içerisinde isminde halk arasında tımarhane olarak kullanımı yaygınlaşmıştır. Toplumumuzda küçük gören ve ötekileştirilen anlamından ötürü tımarhane kullanımı terk edilmeye başlanmıştır.
Osmanlıda 15. yüzyılda II. Beyazıt'ın Edirne Darüşşifası 16. yüzyılda Hürrem Haseki Sultan'ın Mimar Sinan'a yaptırdığı Haseki Darüşşifası içerisinde Bimarhane bölümleri ile dünyada ün yapmış çalışmalar oluşturulmuştur. Yapılan bu Bimarhane bölümlerinde kadın ve erkek bölümleri ayrı tutularak mahremiyet konusunda hassasiyetle davranılmıştır. Bu Bimarhaneler de melankoli, kara Sevda, şizofreni gibi hastalıklar ayrı metotlar ile tedavi görmektedir. Tedavilerde ilaçlar, istirahat, gıda, içecek çeşitleri, musiki gibi çeşitli yöntemler uygulanmıştır. Özellikle yiyecek ve içecek çeşitleri tatları, kokuları, renkleri ve şekilleri konusunda hassasiyetle kullanılmıştır. Musiki konusunda ise çeşitli makamlar ve notaların kullanımı da söz konusu olmuştur. Bu argümanların kullanımı hastanın hastalığına, içinde bulunduğu duruma göre değişiklik göstermektedir.
Evliya Çelebi seyahatnamesinde Edirne'de II. Beyazıt Darüşşifasını gezip hekimlerle sohbet ettiğini yazmıştır. Hatta burada tedavi gören hastalarla da sohbet ettiğinden bahsetmektedir. Apayrı besinlerden, çiçeklerden, musikinin uşak, hicaz gibi makamlarından nasıl yararlandığını kendine has üslubuyla anlatmıştır. Hekimlerin gıda ve musiki başta olmak üzere birçok alanda kendilerini nasıl yetiştirdiklerini de eserinde dile getirmiştir.
1788 de Anadolu'ya gelen Doktor John Hevard adlı İngiliz İstanbul'da sadece akıl hastalıkları ile ilgili tedavi uygulayan kurumların olduğunu öğrenmiş ve çok şaşırmıştır. Hazırladığı rapora bu hususun Avrupalı devletlere ve İngiltere'ye örnek teşkil edeceği notunu düşmüştür. Hakeza Amerika Birleşik Devletleri'nde 1956'dan bu yana akıl hastalıklarının tedavisine önem verilmiştir. Öncesinde yukarıda bahsettiğimiz insanlık dışı yöntemler uygulamıştır. Dünyanın yakından bildiği ve tanıklık ettiği II. Dünya Savaşı yıllarında Alman Nazi’sinin başında bulunan Hitler, akli melekeleri olmayanlar başta olmak üzere bedensel engelli bulunanlar ve kafasındaki Alman ırkına uymayanları gaz odalarına koyarak toplu bir şekilde katletmiştir. Avrupa ve menşei bulunan milletlerin bu tutum ve davranışlar içerisinde bulunması sadece geçmişte değil günümüzde de devam etmektedir.
19. yüzyıla kadar Avrupa'da meczuplar suç işlediklerinde Normal insanlar gibi cezalandırırken Osmanlı'da ise bu hekime (doktor) tanışılarak verilen kadarda hasta ise tedavi için hastaneye eğer hasta değilse de cezasını almak üzere mahkemeye gönderilirdi.
Osmanlı kurduğu bu muazzam medeniyeti vakıf sistemi ile toplumsal birçok ihtiyacı düzenli bir şekilde aksaklıklar olmadan sağlamıştır. İşte bu hastalıkların tedavileri yine vakıflar aracılığı ile aksaklık olmadan düzgün bir şekilde sağlanmıştır. Yaratılana Yaratan’dan ötürü değer veren ve bir tek insan değil tüm canlıların yaşam haklarını korumak için sadece devlet olarak değil toplum olarak da aynı bilinçle hizmet etmiş bir yapıdır. Bizlere düşen böyle şahane bir kültürün içerisinde farklılıklarımızı bahane ederek ötekileştirmeden birlik ve dirliğimizi daim kılmaktır. Böyle bir ecdadın varisi olduğumuz için binler şükür etsek az gelir. Bize maddi ve manevi değerleri emanet eden cümle geçmişimizi milletle ve rahmetle anıyoruz. Ruhları şad makamları cennet olsun.