Üzerinde yaşadığımız dünyada farklı ırklara ve inançları mensup insanlar var. Bu farklılıklar içerisinde toplumlar kendi kültürlerini ve inançlarını canlı tutup bozulmadan geleceğe bir nevi kıyamete kadar sonsuzluk içerisinde var etmeye çalışmaktadırlar. Her millet kendi kültürel değerlerini korurken aynı zamanda da egemen kılmaya çalışmaktadır. Gittiği her yerde kendi değerlerini götürmekte ve o coğrafyadaki insanlara zorla ya da güzellikle kabul ettirmeye çalışmaktadır. Böyle karmaşık bir durumun yaşanmasında dünyaya hâkim olma ve ekonomik mirasından yararlanma arzusu yatmaktadır. Yaşanan dünya savaşlarının hemen hemen hepsi ekonomik çıkarları koruma ya da elde etme üzerinedir. Devletler ve insanlar bu arzusunu yerine getirirken de arka planda çeşitli bahaneler üretmektedirler. Demokrasi götürme, yoksullara yardım, terörle mücadele vb. bahaneler ile asıl gayelerine ulaşmaya çalışmaktadırlar. Savaş alanlarında ve çeşitli bahanelerle diş geçiremedikleri toplumların da kültürel değerlerini, aile yapısını ve inanç sistemini bozarak, çarpıtarak tahrip etme yoluna gitmektedirler. Yaşam tarzımız, aile yapımız, beslenme alışkanlıklarımız ve inançlarımızın şekillendiği geçmişten günümüze gelen gelenek ve göreneklerimizin tümünü kapsayan maddi ve manevi kültürel değerlerin bütünü kültürümüzü oluşturmaktadır. İşte bu kültürün bütünü oluşturan değerlerin yaşatılmasının gerekliliği daha da ön plana çıkartmaktadır. Çünkü savaş meydanlarında galip gelemedikleri hak dinin temsilcisi ve peygamberin ümmetinin kültürel ve dini değerlerini tahrip ederek oluşmuş olan muazzam değerleri değiştirerek yok etmeye çalışmaktadırlar. Ulusal basında da birçok defa Avrupalı liderlerin söylemekten çekinmediği "Türkleri ellerindeki Kur'an'ı gönüllerinde ki imanı ve bağlı oldukları örf ve ananeleri yıkmadıkça yenemeyiz" söylemleri mevcuttur. Var olan düzende hakkın ve adaletin temsilcisi olan Türk-İslam devletleri ve medeniyetleri Avrupalıların nizam bilmez adaletsizliklerine karşı durduğu ve ekonomik çıkarlarının gereği rahatça sömürü yapmaktan mahrum bıraktığı için bu mücadele hakkın ve batılın savaşına dönecektir. Savaş meydanlarında yapamadıklarını sinsice oluşturdukları planlar ile manevi değerlerimizi ve inançlarımızı bozmaya mümkünse de yok etmeye çalışmışlardır.
Maalesef değişen ve globalleşen dünyada çağa ayak uydurmak gerektirdiğini düşünen binlerin farkında olmadan kültürel değerleri ve inançları ile oynanmaktadır. Çağdaşlaşma ve muasırlaşma ya karşı hiç bir zaman olmadık çünkü "ilim Çin'de dahi olsa gidiniz ve alınız" diyen bir Peygamberin ümmetiyiz. Bu anlayış üzere yetişmiş ve dünya medeniyetinin binler ışığını oluşturmuşuz. Bizler günümüzde çağdaşlaşmayı ve muasırlaşmayı yanlış anlıyoruz. Teknolojik, bilgi ve ilim olarak illaki çağımızın da ötesinde olmak durumundayız. Lakin Çağdaşlaşırken kendi kimliğimizi, inancımızı ve kültürümüzü yok etmemeliyiz. Bir toplumu var eden, bir arada tutan maddi değerlerden çok manevi değerleri ve inancıdır. Çanakkale'de, Sakarya'da, Malazgirt'te ve daha nicesinde şan şöhret ya da ekonomik hırsın değil adaletin, inancımızın ve kültürümüzün koruculuğu adına hürriyetimiz doğrultusunda kundaktaki yavrularını bırakan babalar, gözünü kırpmadan cepheye yavrusunu gönderen anneler olmuştur. Bizim asıl korumamız gereken bunların bize bıraktığı manevi değerlerimizdir. Günümüzde sokakta annesinin elinden tutmuş bir çocuk annesine "oha anne", "çüş anne" "yuh anne" diyebiliyor ise kültürel ve inanç anlamında kötü bir yolun yolcusu olmuşuz demektir. Anne ve babasının yanında uzanmayı bırakın oturup kalkmasına dikkat eden bir yapıdan günümüzde böylesine dikey bir geçişin olması bizleri endişelendirmektedir. Ve dahi nice örneklerini yaşamış jenerasyonlar söylediklerimi çok daha iyi anlayacaktır. Fakat kültürel değerlerimizin ve inançlarımızın yavrularımızı aktarımında yaşanan vardır. Bu durum Avrupa'nın işine gelmektedir ki zaten Avrupa bunun için asırlardır çalışmaktadır. Bu amaç uğruna menşeinin Avrupa ve İslam düşmanlarının elinde olduğu sosyal medyalar, televizyon ve internet gibi araçların doğru kullanılmaması bizleri muazzam bir medeniyetin ışığından uzaklaştırmaktadır. Bir an önce bu keşmekeşlikten kurtulup maddi ve manevi değerlerimize sahip çıkmalıyız. Bizi biz yapan geçmişimize köprü olan ve güvenli bir geleceğin inşasının vazgeçilmezi olan benliğimizi bulmalıyız.
Vatan toprağı üzerinde yaşayan ve kendisini kültürümüzün bir parçası olarak gören hak ile batılın savaşında inancının gereği olarak safını belirleyen topyekûn mücadelenin ürünü olarak sonsuza kadar değerlerimize sahip çıkarmalıyız. Güvenli geleceğin tek ışığı olan maddi ve manevi değerlerimizin oluştuğu geçmişimize ve İnancımıza gönülden bağlı kalmalı, sahip çıkılmalıdır. Bunu fert fert değil toplu bir uyanış parolası ile hep birlikte milletçe yapmalıyız. Varlığımızın ve birliğimizin dünya üzerindeki yegâne olmazı geçmişin izinden geleceğimizi şekillendirmek olacaktır. Geçmiş ile bağımızı güçlü tutmak demek örf, adet, gelenek ve göreneklere bağlı kalırken inandığımız ve uğruna canların verildiği inancımızdan da vazgeçmeyerek doğru ve güvenilir bir şekilde aktarımını gelecek nesillere yapabilmekle olacaktır.
Tebrikler.Çok güzel olmuş.