Tarih insanın yaradılışı ile başlayan sürecin daha sonradan anlama ve anlamlandırma çabası ile ortaya çıkmıştır.
Zaman ilerledikçe birikenler arttıkça artmış insanoğlunun geçmiş hakkındaki merakı da büyüdükçe büyümüştür. Bu düşünce etrafında araştırmaya başlayan insan gidebildiği yere kadar gitmekte kararlı. Birçok bilimden bu doğrultuda yararlanan tarihe en çok fayda sağlayan bilimlerden biri de arkeolojidir. Arkeoloji sayesinde toprak altında kalmış insanoğlunun izleri gün yüzüne çıkmaktadır.
Son zamanlarda bu bilimden yararlanarak dünyada da ses getiren önemli bir kazı alanı olan ve “tarihin sıfır noktası” olarak nitelendirilen Göbekli Tepe’dir. Şu ana kadarki yapılan çalışmalarda ortaya çıkartılan dünyanın en eski Kült (tapınma-tapma alanı) yapılar topluluğu olma özelliğine sahiptir. İnsanlığın yaradılışından beri üzerinde yaşadığımız mümbit topraklar yerleşim ve yaşam alanı seçilen yerler olmuşlardır.
Göbekli Tepe de bu yerleşim alanları içinde insanlar tarafından seçilen güzide yerlerin başında gelmektedir. Ülkemizin eski yerleşim alanlarına sahip Şanlıurfa ilimizin merkezinin 18 km kuzeydoğusunda yer alan Örencik Köyü yakınlarında yer alır. T biçimindeki 10-12 dikili taşın yuvarlak bicimde dizilmiş ana planının üzerine kurulmuş aralarının da taş duvarlar ile örülmüş bir yapıdır. Bu yapının merkezinde daha yüksek boyda iki dikilitaş karşılıklı olarak yerleştirilmiştir. Bu dikilitaşların çoğu üzerinde insan, el ve kol, çeşitli hayvan ve soyut semboller, kabartılarak veya oyularak betimlenmiştir. Söz konusu motiflerin süsleme amaçlı değil de daha çok avcı toplayıcı toplumların kullandığı duvar ve mağara resimlerinde olduğu gibi oluşturulan kompozisyonun bir öykü, bir anlatım veya bir mesaj ifade ettiği düşünülmektedir.
Hayvan motiflerinde boğa, yaban domuzu, tilki, yılan, yaban ördeği ve akbaba en sık görülen motiflerin başında gelmektedir. Bu motifler bölgede yaşayan insanların çevresinde olan ve etkileşim içerisine girdikleri popülasyonu resmettiklerini bize göstermektedir. Kurulan plan ve dikili taşlar üstüne işlenen kabartma ve oyma motifler bizlere bu alanın daha çok bir yerleşim yeri değil de kült merkezi olarak tanımlanmasında etkili olmuştur. Göbekli Tepe’nin Kült alanı olarak seçilmesinde bölgeye hakim bir konumda bulunmasının yanı sıra Kült alanının inşasında kullanılan yapı malzemesi kireç taşının sert ve en kaliteli formumun bu alanda bulunmuş olmasıdır. Göbekli Tepe’nin ilk keşfi 1963 yılında İstanbul Üniversitesi ve Chicago Üniversitesince yürütülen “Güneydoğu Anadolu Tarih öncesi Araştırmaları Projesi” kapsamında yapılan yüzey araştırmaları sırasında tespit edilmiştir. Yapılan çalışmalarda olağan ve doğal görünmeyen birkaç tepe, insan eliyle yapıldığı kesin olarak görülen binlerce kırık çakmak taşı kalıntılarının bulunması ile olmuştur. Daha sonra bu buluntular başta olmak üzere bölgenin öneminden 1980 yılında yayımlanan Peter Benedict’in "Survey Work in Southeastern Anatolia" adlı makalesinde ilk kez söz edilmiştir. Fakat bu makale de Göbekli Tepenin önemini ortaya koymaya yetmemiştir.
Yıllar 1994 yılında Heidelberg Üniversitesi’nden Klaus Schmidt tarafından bölgede yapılan araştırma ile sitenin anıtsal karakteristiği ve arkeolojik değeri ancak o zaman dünya gündeminde yer edinebilmiştir. Göbekli Tepe’nin uyuduğu rüyadan uyanma serüveni böylece 1995 yılında Şanlıurfa Müzesi başkanlığında ve İstanbul Alman Arkeoloji Enstitüsü’nden Harald Hauptma’nın bilimsel danışmanlığında yapılan yüzey araştırmasından sonra başlamıştır. Vakit kaybetmeden başlayan kazılar bu gün halan daha devam etmektedir. İnsanın geçmişini arayış içindeki bu çabasında daha güvenilir bilgilere ulaşmak mücadelesinde bir dönüm noktasıdır Göbekli Tepe.
Tarihin bilinmez kayıt dışı yönlerinin keşfi konusunda bir kapı açan Göbekli Tepe’den sonra beklide karanlıkta kalan kısımlara ışık tutacak nice buluşların da temeli atılmış olacaktır.